The Lost Daughter

Kadınlığa Farklı Bir Bakış; KARANLIK KIZ
“Anlatması en zor şeyler, kendimizin bile anlayamadığımız şeylerdir.”
“Karanlık Kız”, orijinal adıyla ”The Lost Daughter”, 2021 yapımı bir psikolojik dram. Elena Ferrante’nin aynı adlı romanına dayanan film Maggie Gyllenhaal tarafından yazılıp yönetilmiş. Filmin başrollerini Olivia Colman, Dakota Johnson ve Jessie Buckley paylaşıyor. Dünya prömiyerini 78. Venedik Film Festivali‘nde yapan film ile Gyllenhaal “En İyi Senaryo” ödülünü kazandı. Kasım ayında New York’ta düzenlenen Gotham ödüllerinde başta “En İyi Film” olmak üzere, “En İyi Yeni Yönetmen”, “En İyi Senaryo” ve “En İyi Oyuncu” ödüllerinin de sahibi. “The Lost Girl” ayrıca New York Film Eleştirmenleri Birliği tarafından “En İyi İlk Film” seçildi. Ödül açısından oldukça zengin olan filmde Olivia Colman’ın şahane oyunculuğu ise “Karanlık Kız”ın en övgüye değer yönlerinden biri bana kalırsa.
Edebiyat profesörü Leda(Olivia Colman), tek başına tatil yapmak üzere bir Yunan adasına gider. Ancak aynı yere gelen kalabalık ve gürültücü bir aile Leda’nın keyfini kaçırır. Bunun yanında Leda’nın ilgisini; bu ailenin üyesi, genç bir anne olan Nina(Dakota Johnson) ve kızı çeker, onları incelemeye koyulur. Bu aile ile arasında başta gerilimli başlayan ilişki, Nina’nın kaybolan küçük kızını Leda’nın bulması ile biraz yumuşasa da kısa zamanda yeniden tedirginlik verici bir hal alır. Bunda hem ailenin kaba tutumunun, hem de Leda’nın kendi gençliği(Jessie Buckley) ile Nina’yı özdeşleştirip annelik, kadınlık muhasebesine girişmesinin payı vardır. Nina’nın her hareketi ona genç anne oluşunu, zorlandığı yılları, baş edemediği hatta bu yüzden kaçıp gittiği olayları hatırlatır. Film Leda’nın tatili ile bu tatilin tetiklediği anılar arasında yapılan bir yolculuk şeklinde ilerler.
Karanlık Kız, annelik ve evlilik kurumlarıyla ilgili alışılmışın dışında bir bakış sunuyor bize. Kadınlığa, anneliğe, eş olmaya dair beklentilere inat bir hikaye anlatılırken karakterler öyle kurulmuş ki hiçbirine sempati ya da antipati duyamıyoruz. Sadece olanı görüp alışılagelmişten farklı hisseden, yapan insanlar var diyerek tam da istenildiği gibi “seyirci” kalıyoruz. Leda kendini sevdirmek için uğraşmıyor, ne ise o. Bize bir kez daha insan doğasının ne kadar tutarsız olduğunu, bazen kendisinin bile anlam veremediği davranışlarda bulunurken başkalarınca anlaşılmayı, onaylanmayı beklemenin zorluğunu anlatıyor. Film bizi, hayatının bir döneminde anne olmaya ara veren, dilediğince yaşadığı bu zaman diliminde kendini “müthiş” hissettiğini itiraf edebilen Leda ile tanıştırıyor ve bu vasıtayla kendi “doğru bildiklerimizle” yüzleştiriyor.
Callie’nin henüz anne olmamasına rağmen annelik hakkında ahkam kestiği sahneleri mi desem, yoksa Leda’nın kendi çocukluğa ait olan ve kızlarına verdiği bebeği mahvettiklerinde hissettiği üzüntüyü mü bilemiyorum ama filmin akılda kalıcı, izleyiciyi derinden etkileyecek çok sahnesi olduğu muhakkak.
Kadınlığa, anneliğe, eş olmaya dair toplumsal kalıpların sorgulandığı bu tekinsiz tatilde Leda’ya eşlik etmeye, bunun yanında kendinizle yüzleşmeye cesaretiniz varsa “Karanlık Kız” şimdi Netflix’te, gösterimde. İyi seyirler…
İpek Danış