Hıdırellez

Gece… Kara bir köpek peşimde. Dileğimi gömmek için bir gül dibi arıyorum. Dilek, dip, gül…
“Dibe vurdum.” demiştim geçenlerde Şeyma’ya. Uzun süredir işsizdim, üstüne evde de durumlar iyi değildi.
“Amaan, sen bu ufak olaylara dip mi diyorsun, millet neler yaşıyor, görmüyor musun televizyonlarda?” demişti. Milletin dibi:1, benimki: 0. Yine yenildim. Dibe vurma konusunda bile yenildim. Bir insan bu kadar mı şanssız olur!
Bir gül ağacı gördüm işte, pembe boyalı bir apartmanın bahçesi. Tam eğileceğim, kara köpek gözlerini dikti, bana bakıyor kara kara. Tövbe tövbe, bu bir işaret mi yoksa? Dileğim hayırlı değil mi, gömmemeli miyim?
Çantamı karıştırıyorum, yarım bir çubuk kraker paketi. Karşı kaldırıma döküyorum krakerleri, o da hemen başına üşüşüyor tabii. Bir süre oyalanır artık. Gülün dibindeyim yine.
Gül…
“Gülü seven dikenine katlanır” atasözünü açıklayın demişti ilkokulda öğretmen. Ne döktürmüştüm ne döktürmüştüm. Ben zaten çok severdim kompozisyon yazmayı. Yok efendim bir insanı seviyorsak hatalarını hoş görmeliymişiz, herkesin bir kusuru olurmuş. Bak sen, ne büyük laflar. On bir yaşında hayatı çözmüşüm de ne ara bu kadar düğüm oldu yeniden, bilmiyorum. İki sayfa yazı yazmıştım. “Aferin Zehra” demişti öğretmen, kâğıtları uzatırken. Son kez Ayfer öğretmen bana aferin dedi galiba. Düşünüyorum, yıllardır başka diyen olmadı. “Beceriksiz, hadi, çabuk ol, burayı bir daha sil, idare et, laf dinle, akılsız” dediler de hiç “Aferin” diyen olmadı. Belki ortaokula devam etsem olurdu.
Bir an önce kazayım şurayı da apartmandan biri görmesin. Gece vakti bir de dert anlatmak zorunda kalmayayım millete. Çömeliyorum, sonra dönüp apartmana bakıyorum, camda birileri var mı diye. Tek tük yanan ışıklar var ama bakan yok. Dilekçe; apartmanın adı. Allah Allah, hiç böyle apartman adı da duymamıştım. Ne tuhaf. Köpek gibi bu da bir işaret mi acaba? Sonuçta dileğimi gömeceğim Dilekçe Apartmanının bahçesine.
Dilek…
“Bir dilek tut” demişti Sevim, başımızın üstünden yıldızlar kaydığı bir geceydi. Tuttum. “Kimseye söyleme” dedi ama. Dayanamadım, söyledim ona. “Neden söyledin, şimdi olmayacak” dedi. Şöyle bir içim burulmuştu. Ama yıllar sonra oldu dileğim, çocukluğumdan beri sevdiğim, mahallenin en yakışıklı oğlanı Osman’la evlendim. Dileğimi söylediğimden olacak, ayrıldık sonra. Gerçi bizimkisi mecburi bir ayrılık oldu, Osman öldü çünkü. Kader işte…
Kara köpek geri geldi. Çubukları bitirdi anlaşılan. Yine gözüme gözüme bakıyor. Kara kara. Çantamı açıyorum, başka bir şey var mı diye, göremiyorum, karanlık.
Karanlıktı… Yan yana yürüyorduk eve doğru. Osman’ın bir süredir başka bir kadınla beraber olduğunu biliyor ama ne yapacağımı bilmiyordum. “Merak etme, bugün konuşacağım onunla, sonra hep beraber olacağız” demişti telefonda o kadına. İşte o gün, bugündü. Sakin sakin yürürken, birdenbire, kara gözlerini bana dikip; “Zehra, ben âşık oldum.” dedi. Sağımdaydı. Dirseğimle biraz dokundum koluna, dürtme gibi, belki biraz daha fazla. Düştü. Bizim mahallenin oradaki bir inşaatın temeline. Bizim evin oralar hep şantiye. Eğildim baktım, karanlık. Göremedim bir şey. Kader işte… Osman düştükten sonra mahalledeki bütün inşaatların etrafını çevirdiler ama ne fayda, olan gencecik, aslan gibi kocama oldu.
Ayaklarım uyuşmuş, böyle çömelip durmak ne zormuş. Şu kâğıdı bir an önce gömeyim de gideyim. Bak kara köpek, ne halde buldum burayı, sakın ha eşelemeyesin. Neme lazım, dileğim ortaya çıkar, Dilekçe apartmanı sakinleri okur filan da kabul olmaz sonra.
Gece. Kara köpek hala peşimde. Arada gözlerini dikip kara kara bakıyor. Bacak kadar boyuyla huzursuz etti beni. Benim derdim bana yeter köpek, zaten dağ gibi kocam daha yeni ölmüş, bir de seninle uğraşamam.
Dağ…
Evde dağ gibi ütü birikti, taziyeye gelen misafirlerden sıra gelmedi ki bir türlü. Hızlıca eve gideyim de işlerimi bitireyim, yarın Osman’ımın kırk mevlidi…
İpek Danış