Saat 17.10 İtibarı İle…

Gözüm duvara asılı saate takıldı; 10.00. Ne kadar da az zamanımız var. Önce birbirimize hatır soracağız, sonra ayrıyken neler yaptığımızı konuşuruz. Rahatsız hissediyorum biraz. Ya zaman bize yetmezse? Birer çay daha istiyoruz, biraz da ekmek. Ben pek yemiyorum ama sever o ekmeği. Evde kahvaltı yaptığı zamanlar yarım ekmeği bitirmesi geliyor aklıma. Patatesli omlet yapması. Bir de domatesi kabuksuz sevmesi… Anılara hiç girmeyeyim en iyisi, sonra ya vaktimiz kalmazsa?

11.30 olmuş. Masayı topladılar. Memlekette neler oldu bitti biz görüşmeyeli, onu konuşuyoruz şimdi. Din, siyaset, sosyal hayat. İddialar, fikirler ve hatta dayatmalar havada uçuşuyor. Hep kabul ediyorum sonunda onun fikirlerini. Onunla aynı fikirde olmak, ona uymak hoşuma gidiyor. “Haklısın aslında” dediğimde dudağının kenarıyla gülüp “Tabii haklıyım” demesini seviyorum.

Saat 12.30. Hangi akıllı asmış ki bu saati kahvaltıcının duvarına? Çabuk yiyip kalkalım diye mi, yoksa vaktimizin kıymetini bilelim diye mi? Bilmiyorum ama hiç hoş değil bence.

13.00 itibarı ile kahvelerimizi evde içmeye karar verip kalkıyoruz. Kurtuluyorum o sevimsiz saatten. İki ayağımı bir pabuca soktu resmen; ne yediğimden bir şey anladım, ne konuştuğumdan.

Yoldan kahve alıyoruz. Eve gelip üzerinde isimlerimiz yazılı karton bardakları önümüzdeki sehpaya koyuyoruz. Saat 13.30. Haydaa, bu çalar saatin burada ne işi var? Saniyesi çok ses çıkarıyor diye gece başucumdan alıp oturma odasına getirdiğimi hatırlıyorum sonra.

Ülke gündemi de bittiğine göre en merak ettiğim bölüme geliyoruz; biz. Beni ne kadar çok özlediğini, ayrı kaldığımız üç ay boyunca neler yaptığını anlatıyor. Ben de onu hiç unutmadığımı, özlediğimi söylüyorum. Ellerimi tutuyor, gözlerimin içine bakıyor, tam da “Seni seviyorum” derken gözlerim saate takılıyor; akreple yelkovan 14.30’u gösteriyor. En heyecanlı yerinde, olacak iş mi bu?

Ben de onu seviyorum ama sevmek yetmiyor. Zaman geçiyor, şartlar değişmiyor. “Üç saat sonra uçağım var, en az iki ay daha buraya dönme imkânım yok iş yüzünden. Ne yapacağımı ben de şaşırdım” diyor. “Bu kadar şaşırmış olsan, önceden alınmış bir biletin olmazdı” diyorum, ama içimden. Zira saat 15.30’u gösteriyor. Kalan zamanımı bunu tartışarak, olmayacak bir şeyi oldurmaya çalışarak geçirmek istemiyorum. Bir anda parmaklarımla usulca dudaklarına dokunup “Sus” diyorum. Göğsüne yatıyorum, burnumu boynuna dayıyorum. Kalbinin atışını dinliyorum, kokusunu içime çekiyorum.

16.00’da kalkıyor, uzun uzun sarılıp, öpüşüp vedalaşıyoruz. Camdan, sokağın başında duran arabasına kadar yürümesini izliyorum. Yeniden kanepeye oturduğumda üzerinde isimlerimiz yazan, omuz omuza duran bardaklarla göz göze geliyorum ve hemen arkasındaki saatle.

Saat 17.10 itibarı ile isimlerimiz yan yana, kahvelerimiz yarım, bizse birbirimizden çok uzakta…      

İpek Danış

Similar Posts