Bir Harmanım Bu Akşam

Çeşit çeşit sesler, renkler, kokular… İç içe geçmiş anılar. Bir noktada birbirine değen, sonra belki de sonsuza dek ayrılan, belki de hiç tahmin edemeyeceğimiz bir noktada yeniden kesişecek hayatlar. Ardımızda bıraktıklarımız, önümüzdeki meçhul gelecek.
Çocuk sesleri geliyor kulağıma sabah sabah. Perdenin örtmediği bir parmak aralık pencereden keskin bir gün ışığı değiyor gözlerime. Gözlerimin önünde mavi, yeşil, kırmızı şekiller uçuşuyor. Cihan’ın evindeyim, uzanmışız yan yana. “Ne çok çocuk sesi” diyorum. “Burada hala mahalle kültürü var, sokakta oynuyor çocuklar hava kararana dek” diyor. “Ne güzel” diyorum. “Benim de hoşuma gidiyor aslında, yaşama sevinci veriyor bana” diye devam ediyor. Sarılarak konuşuyoruz bunları. Sonra tavana dikip gözlerimizi hayallerimizden bahsediyoruz birbirimize. Nerede çalışacağımıza, nasıl evlerde yaşayacağımıza, tatillerde ne yapmak istediğimize karar vermişiz. Hayaller çok keskin, çok belirgin. Birbirimizle ilgili olanlar belkili nedense. Bize mi, ilişkimize mi, zamana mı, mesafelere mi güvensizlikten bilmem. Sorgulamıyoruz. “Belki sen de gelirsin”,” Belki bu kış Uludağ’a gideriz” filan. Hepsi tavanda art arda sıralanmış, gerçekleştirilmeyi bekleyen hayaller.
Bir kumru sesi geliyor sonra kulağıma. Loş bir odadayım, babaannemin evi burası. Sabah olmuş, ama biz çocuklar hep en köşedeki az ışık alan odada uyuduğumuz için ayılamıyoruz bir türlü. Uyku odası orası. Birisi gelip seni uyandırana kadar zamandan, hayatın akışından koptuğun bir yer. Büyüdükten sonra da ne zaman babaanneme gitsem, ne zaman yaşadıklarım fazla gelse, bu odaya atıyorum kendimi. Herkes de biliyor; bu odaya girenin hayata biraz ara vermek istediğini. “Keşke” diyorum, “Hiç çıkmasaydım o odadan”; korunaklı, sessiz, sakin kalsaydım çocukluğumda, uyku odasında.
Sonra burnumda bir çay kokusu. Sabah mı oldu acaba diye düşünürken Nihan’la çay içtiğimi fark ediyorum birden. Ben bardaktan çıkan dumanları bir şeylere benzetmeye çalışırken o meşhur, bitmek bilmeyen soruları ile beni aydırmaya çalışıyor. “Şu yaşadıkların seni mutlu ediyor mu? Allah aşkına bir bak kendine. Yıllar geçip gidiyor ve sen sürekli birileri için feda ediyorsun kendini. Peki ya sonuç? Yine mutsuzluk, yine hayal kırıklığı. Artık bir karar ver” diyor. Sıkılıyorum karşısında, çünkü karar vermek işime gelmiyor. Her şeyin üstüme üstüme geldiği zamanlar. Hayat dursun istiyorum. Hiçbir şey olmasın, hiç kimse konuşmasın, kimse gelmesin ve ben kendimle kalayım, uzun uzun düşüneyim. Karar verdiğimde başlatırım yine her şeyi.
Alnımda hafif bir ıslaklık, açıyorum gözlerimi. Gece olmuş, masa lambam açık. Birden annem giriyor odaya, “Şükür uyandın” diyerek. Başucumdaki suyu içiriyor bana. Ne de çok susamışım, suyun parmak uçlarıma kadar yayıldığını hissediyorum neredeyse. “Ateşin düştü sonunda, bundan sonra da bu kadar yükselmez dedi doktor. İlaçlarına devam edersen bir iki güne bir şeyin kalmazmış. Nerede bu kadar üşüttün, anlamadım ki” diyor. Bilmiyorum, kafam bomboş. Hafta sonu ne yaptığımı hatırlamaya çalışıyorum, dışarı çıkıp çıkmadığımı. Cihan Uludağ’a gideriz demiştik, gittik mi yoksa?
İpek Danış