Evcilik

Bahçeden bulabildiğim irice taşları toplayıp çember şeklinde diziyorum. Ortasına biraz çalı çırpı koyuyorum.
“Ocağı burası evin” diyorum.
Ocaksız ev olur mu? Yemek pişmesi lazım ki ev, ev olsun. Bakır oyuncak tenceremi alıyorum. Erdem gözlerini büyük büyük açmış, beni izliyor.
“Eee” diyor, “ne pişireceksin?”.
“Bana biraz yaprak toplar mısın” diyorum.
Yere düşmüş yapraklardan toplayıp getiriyor. Atıyorum tencerenin içine, karıştırıyorum.
“Sen de işe gitsene” diyorum.
“Tamam” diyor itirazsız, bahçenin bir köşesine gidip çömeliyor yere.
Bir şeylerle uğraşıyor. Sonra yanıma gelip yumruk yaptığı elini havada sallıyor; “tak tak tak”. Açıyorum duvarsız evimizin kapısını.
“Hoş geldin” diyorum, “Hoş buldum” diyor.
“Yemek hazır” diyorum, yaprakları iki küçük tabağa bölüştürüyorum. Yermiş gibi yapıyor, “Eline sağlık, çok güzel olmuş” diyor. “Afiyet olsun” diyorum, gülüyoruz.
Bir insan eline sağlık demeyi ne zaman öğreniyor? Ya da öğreniyor ama sonra unutuyor mu?
“Tuz” diyor Mehmet. Uzatıyorum. Tabağına serpip yemeye devam ediyor. Evin sessizliğinde çınlayan çatal bıçak sesleri. Yemeğini bitirip kalkıyor sofradan. Eline sağlık yok, gülüşme yok, günün nasıl geçti yok. Soğuk duvarlar var sadece mutfakta. Bir de havada asılı kalmış tek bir sözcük; tuz. Mehmet çocukluğunda hiç evcilik oynamadı mı acaba diye düşünüyorum. Duvarı bile olmayan evimiz daha sıcaktı sanki. Taştan ocağımızda yemek pişirmek de daha eğlenceli.
Bir sigara yakıyorum. Yukarı doğru kıvrıla kıvrıla tüten dumanına takılıyor gözüm. Çocukken annemin içtiği sigarının dumanını seyreder, bir şeylere benzetmeye çalışırdım. Bazen dört nala koşan bir at olurdu o duman, bazen Alaaddin’in sihirli lambasından çıkan bir cin. En büyük eğlencelerimden biriydi o dumanla hayallere dalıp gitmek.
Mutfağın tavanına doğru yükselen dumanları inceliyorum dikkatlice. Tek gördüğüm hayallerimle beraber beni de yutmuş, kime ait olduğunu bilemediğim hayatım. “Keşke yeniden çocuk olabilsem” diyorum, hayatın gerçeklerinden, insanların kabalıklardan, hırslarından habersiz bir çocuk. Gördüğü her dumandan bir tavşan, dört nala koşan bir at çıkaran, taş ocağında yapraklardan yemek pişiren bir çocuk…
İpek Danış