Gül İle Adem

Oğlanla kız bir kez daha sarıldı. Kız ellerini ovuşturarak, ayakları üzerinde hafif yaylanarak; “Çok soğuk” dedi. Oğlan, oralı olmanın verdiği bilmişlikle olsa gerek ;”Ne sandın kızım, Eskişehir’in soğuğu hiçbir yere benzemez, keser adamı, keser” dedi. Kızın da oğlanın da ağzından buhar çıkıyordu konuştukça. Sevimsiz, soğuk, metal terminal koltuğunda oturan yazar defterini açtı, kalemini çıkardı; “Neden otobüs terminallerinin daha keskindir soğuğu? Ayrılık mı biner üzerine?” yazdı.

Oğlan elleriyle kızın omuzlarını ovuşturmaya başladı. İşe yaramasa da sevgilisinin onun için bir şeyler yapması kızın hoşuna gitmişti. Gerçi filmlerdeki gibi ceketini çıkarıp omuzlarına koysa daha çok hoşuna gidecekti ama yapmamıştı Adem. Zaten çok film izlediği de söylenemezdi. Belki bilmiyordu bile. Yazar, dudağının kenarıyla belli belirsiz gülümseyerek; “Filmlerdeki gibi aşkları aramayın artık, yorulursunuz” yazdı defterine.

Kız, başını hafif yana yatırıp saçlarını atarak; “Eee Adem, sen ne zaman geleceksin beni görmeye?” dedi. Adem kızın dalga dalga, kahverengi saçlarına elini daldırdı, bir tutamını kulağının arkasına sıkıştırdı; “Gelirim gülüm, bu aralar çok izin kullandım, şu ayı atlatalım da patrondan izin istemeye yüzüm olsun”.

Oğlan saatine baktı; “Daha otobüsün kalkmasına yarım saat var, gel şurada bir çay içelim, hem de ısınırsın” dedi. Kız gülümseyerek başıyla onayladı. Üç dört adım ötedeki cafeye oturdular. Elleri de, gözleri de birbirlerine kenetlenmiş otururken, iki garson, köşelerinden tuttukları örtüyü önlerindeki masaya açtı. Örtünün havalanıp masaya doğru inişiyle yazar yeniden kalemine sarıldı. Bu kez; “İki tarafından tutup çekiştirilen örtüler gibi, mümkün mü mutlu anları da çekiştirip uzatmak?” yazmıştı kargacık burgacık harfleriyle.

Adem bir elini havaya kaldırıp “Usta, bize iki çay çek” diye seslendi. “Yanında bir şeyler de yemek ister misin gülüm” diye sordu kıza. “Cık” dedi kız, omuzlarını kaldırarak. Yazar, oğlanın pek sık kullandığı kelime olan “gül” ile ilgili bir şeyler karalamaya çalıştıysa da yazacak bir şey bulamadı. Kendisi de iyiden iyiye üşümüştü. Yoksa bugünlük bu kadar yeter deyip evine mi gitseydi? Ya da kız otobüse binene kadar onları izlemeyi sürdürse miydi? Karar veremedi. Defterinin boş bir sayfasını açıp “mütereddit” yazdı. Oldu olası bayılırdı eski Türkçe laflara.

Çaylarını bitiren genç sevgililer ayağa kalktı, otobüsün kalkacağı perona doğru yürümeye başladılar. Yazar da paltosunun yakasını daha bir dikleştirerek arkalarından seğirtti. Perona geldiklerinde kız, başını Adem’in boynuna gömdü; “Seni özleyeceğim” diye fısıldadı. Yazarın, alelacele cebinden çıkardığı deftere şu cümle düştü; “Herkesin bir limana ihtiyacı vardır”.

Muavinin “İzmir otobüsü kalkıyor” diye bağırması ile kız, gözleri dolu dolu dört numaradaki yerini aldı. “Bazı kadınların gözyaşları kirpiklerinin ucunda hazır bekler” yazdı adam bu kez. Otobüs geri geri çıkarken ikisi de birbirlerine el salladı ve Adem, sadece kendinin ve yazarın duyabileceği bir sesle “İyi yolculuklar gülüm” dedi. Yazar, defterinin boş bıraktığı ilk sayfasını açtı, büyük harflerle “GÜL ile ADEM” yazdı. Tam da öyküsüne bir isim bulmanın verdiği rahatlıkla karanlıkta kaybolan otobüse doğru bakıyordu ki telefonu çaldı, arayan karısıydı. İki üç kelimelik bir konuşmadan sonra defterinde yeni bir sayfa açtı ve kaleminden şu kelimeler döküldü; “Bir ekmek, bir kutu süzme yoğurt”.

İpek Danış

Similar Posts