Gitmek mi Zordu, Kalmak mı, Bilemedim…

Unuttuğum bir şey var mı kaygısıyla son bir kez daha odalara bakmak istedim. İçinde yaşadığım son zamanlarda çok sevimsiz, karışık görünen, “Bir an önce buradan çıkmalıyım” dediğim evim bana karşı mesafeli, mağrur bir duruş almıştı sanki. Eşyaların taşınması, halıların kaldırılması, duvarlardaki tabloların çıkarılması ile adeta evin yüzü gözü açılmıştı. Mat beyaz boyalı duvarları, meşe parkeleri, bol pencereli odaları ile sanki bana “Dön de bir bak geride bıraktığına” der gibiydi. Bir an “Evim de güzelmiş, yoksa lüzumsuz yere mi bu taşınma işini çıkardım” dediysem de bu hissim uzun sürmedi. Taşınacağım evin oturma odasının büyüklüğü, mutfağın cephesinin yere kadar cam oluşu ve asansörü gelince aklıma, hızla bu fikirden soğudum. O sırada nakliyeci gelip ”Bizim işimiz bitti abla, öbür eve gidiyoruz” dedi. “Tamam, siz gidin, ben de geliyorum. Önce emektar evimle vedalaşayım” dedim. Adam yüzüme garip garip mi baktı, yoksa bana mı öyle geldi, bilmiyorum.
Mutfağa girdim önce. Kışın yemeklerin buharından buğu tutan camlar, önceleri camlara çizdiğim tavşan, kuş resimleri, sonraları içinden ok geçen kalpler, hoşlandığım oğlanların adlarının baş harfleri. “Adeta bir tarih var camda” diyerek gülümsedim. Üzerinde annemin leziz yemekler, daha sonra benim kendimce pratik şeyler pişirdiğim eski ocağım. Kızlarla çeneye dalıp, her seferinde taşırdığım kahveler. Limonun mermerde iz yaptığı gerçeğini bir türlü kabullenemediğimden sanırım, tezgâhta oluşmuş halka halka beyazlıklar.
Salona geçtim sonra. Keyifli günlerde atılan şen kahkahalar, ayrılık acılarına meze son ses dinlenmiş arabesk şarkılar yankılandı kulaklarımda. Evi su bastığında ayrılan parkeler, tabloların terk etmesiyle duvarda oluşan etrafı gri içi beyaz çerçeveler. Sırtımı dayayıp ısıttığım, balkon kapısının yanındaki kalorifer peteği. Her kolundan farklı renk boncuklar sarkıttığım kristal avizem.
Bu veda işi beni yormuştu. Yatak odasında bir tabure kalmıştı Allahtan. Ona oturup bir sigara yaktım. Pencerede yılların sararttığı papatya desenli tül perdem. Tavanda uykumu kaçıran düşünceler. Kapıda çocukluğumdan bu yana yapıştırdığım renk renk etiketler. Bir de 12-13 yaş ergenlik bunalımımın vazgeçilmezi; “Kapıyı çalmadan girmeyiniz” yazısı. Duvarda asılı oymalı ahşap aynada 17 yaşında büyük heyecanla ilk makyajını yapan, 35 yaşında hüzünle yüzündeki ilk çizgileri kontrol eden ben. Yatak odamın camlarına uzanmış, her gördüğümde bana yaşama sevinci veren çam ağacı dalları. En çok da bu ağacı özleyeceğim galiba.
Sigaramı söndürdüm, ayağa kalktım. Tam kapıdan çıkarken bir ses “Gitme” dedi. İrkildim, dönüp baktım. Odada benden başka kimse yoktu sonuçta. “Duygusallaştığım için bana öyle geldi herhalde” diye düşündüm. Arkamı döndüğüm an aynı ses yalvarırcasına bir kez daha “Gitme” dedi. Gitmemi istemeyen 17 yaşım mıydı, 35’im miydi, yoksa ağacın dalına konmuş hevesli hevesli öten serçe miydi anlayamadım. Tabureye yeniden oturdum, bir sigara daha yaktım. Gitmek mi zordu, kalmak mı, bilemedim…
İpek Danış
Müthiş!