Ah Bu Şarkıların…

“Vedalar gözleriyle sevenler içindir, gönülleriyle sevenler asla ayrılmazlar” dedim Esma’ya. Güldük.
“Vay be, bu nereden?”
” İzlediğim bir filmde duymuştum, ne güzel değil mi?”
“Çok güzel, o zaman gönülleriyle sevenlere içelim” dedi, kaldırdı kadehini. Rakılar havada buluştu, gönülden sevenleri selamladı.
“İşte ben de böyle sevmiş olacağım ki Sayhan’ı bir türlü unutamadım” dedim. “Dile kolay, sekiz yıl oldu ayrılalı. Fakat hiç mi azalmaz insanın sevgisi, özlemi. Deliricem!”
“Haklısın” dedi Esma, “Sayhan bir yara gibi kaldı içinde, hiç iyileşmedi”.
İlk kadehte gündelik hayatımızdan, işten güçten, mecburiyetlerden bahsetmiştik. İkinci kadeh eski defterleri açma safhasıydı. Üçüncüde de eski aşklarımıza iyiden iyiye kahreder, az biraz gözyaşı döker, fasılın kıvamını bulmasıyla da elveda meyhaneci der kalkardık rutin rakı balık buluşmalarımızdan.
Çiçek pasajında, beş yıldır her ayın son cumartesi gelip oturduğumuz sağdan üçüncü masadaydık. Esma üniversite yıllarından arkadaşım. Uzun bir aradan sonra birbirimizi yeniden bulduk ve o zamandan beri de en samimi arkadaşım. Hayat koşturmacası içinde mümkün olduğunca görüşmeye çalışıyoruz, ama bu aylık buluşmalarımız sabit. İki elimiz kanda olsa da geliyoruz Çiçek pasajına. “Birbirimizin yükünü alıyoruz” diyor Esma bu buluşmalarımız için. Doğru aslında. Yük tamamen gitmiyor belki ama hafifliyor sanki. Gerçi onun yükü kesin daha ağırdır benden. Yıllardır kızın kafasını ütülüyorum, Sayhan da Sayhan diye. Sayfayı çeviremedim bir türlü. Aslında bazen çeviriyorum, ya da öyle zannediyorum. Yeni insanlar giriyor hayatıma, yeni koşturmacalar, yeni heyecanlar. Ama ne hikmetse iki kadehten sonra yine Sayhan’a bağlanıyor yayın.
“Ne oldu, daldın gittin” dedi Esma, “Ne düşünüyorsun?”
“Ne bileyim, öyle işte” dedim çatalımla önümdeki ezine peynirini didiklerken.
“Aaa dur ya, istek yapmayı unuttuk müzisyenlerden, neden deminden beri aklımıza gelmedi” dedi Esma, çantasından çıkardığı kalemi uzatarak.
“Olur” dedim, peçeteye klasik istek şarkılarımdan birini yazdım; “Unutamam Seni”.
Garsona uzattım peçeteyi, fasıl grubunu idare ettiğini tahmin ettiğim udiye uzattı. Adam bir peçeteye, bir bana dik dik baktı. Bir anlam veremesem de çok üzerinde durmadım. Şarkı sustu, yenisi için taksim geçildi ve başladı; “Unut sevme beni”. Esma ile birbirimize şaşkın şaşkın baktık ama havamızı da bozmayarak muhabbete devam ettik. Birkaç şarkı daha geçtikten sonra bizim istekten umudu kesmiştik zaten.
Gönül işleriyle ilgili sohbetimiz iyice koyulaşmıştı ki; “Hadi” dedi Esma, “Başka bir şarkı daha isteyelim”. Bu sefer daha büyük harflerle, daha okunaklı yazdım peçeteye; “Senede bir gün”. Garsonla ilettiğimiz peçete yine aynı adama gitti ve adam bir bize, bir peçeteye bakıp başını eğerek “Cık cık cık” dedi. Ya da bana öyle geldi, bilmiyorum. Ben bu sefer istediğim parçanın çalınacağından son derece eminken solo, müzikten önce ağır ağır giriş yaptı; “Dönülmez akşamın ufkundayız”.
“Haydaa! Yani senede bir bile buluşmamıza izin vermeyecek bu adam, Sayhan’ı dönülmez akşamın ufkuna gönderdi!” dedim sinirli sinirli.
Esma şaşırdı, “Ne diyorsun sen??”
“Diyorum ki; ikidir istek gönderiyorum Sayhan’ı düşünüp, adam aksi aksi cevaplar veriyor şarkılarla”.
Esma kahkahayı patlattı; “Selda sen iyi misin? İçki bugün yaramadı galiba. Adamın ne zoru olacak seninle. Ya yazını okuyamamıştır, ya bilmiyordur, ya makam tutmamıştır filan.”
Kafam karıştı. Yoksa öyle miydi? Hakikaten de nereden gelmişti aklıma hiç tanımadığım bu adamın bana şarkılarla mesaj gönderdiği? Güldüm kendi kendime, “Haklısın” dedim, “Saçmaladım galiba”.
Üçüncü kadehin sonlarına doğru, Sayhan özlemim tam da tavan yapmışken kalktım, müzisyenlerin yanına gittim. Belki de adam okuyamamıştı yazımı, en iyisi sözlü istek yapmaktı. Artık masum olduğuna tamamen inandığım adama eğilip;” Bir şarkı rica etsem çalabilir misiniz? Elbet bir gün buluşacağız” dedim en sevimli ses tonumla.
Adam bu sefer acıyan gözlerle bana baktı ve cevap verdi; “Buluşamayacaksınız”.
Yanlış duymuştum herhalde. “Efendim?” dedim daha da eğilerek.
“Diyorum ki, buluşacak olsanız kaç senedir buluşurdunuz, bırak artık şu adamı kızım. Yıllardır istediğin şu şarkılarla hem kendini heba ettin, hem de bizi.”
Kendimi duvara toslamış gibi hissediyordum. Sanki toslamıştım da eski Türk filmlerindeki gibi gözüm açılmıştı. Aniden bir rahatlık, bir kabullenme, hatta hafif bir neşe geldi üzerime. Bir gülme tuttu beni. “O zaman” dedim; “Ah bu şarkıların gözü kör olsun.”
“Olsun be!” dedi adam gülümseyerek; “Şarkıların da, gönülden sevmeyenlerin de gözü kör olsun!”
İpek Danış